Alemin Sırrı : Necati Bey ve Seher Hanım'ın Hikayesi
ALEMİN SIRRI
Dakikalarca
koştuktan sonra nefesinin tükendiğini hissetti. Bütün gücünü harcamıştı. Bu
yaşta bir adam için iyi bile dayandım diye düşündü. Mysia'nın altına oturdu.
Etrafı gözetlemeye başladı. Gelen giden yoktu. Kurtulduğunu zannetmesiyle ayak
seslerini duyması bir oldu. Adam bağırdı:
-Çık ortaya hadi. Çık da bitsin bu hikaye.
Sessizlik.
-Ölmen gerekiyor biliyorsun. Benden daha iyi biliyorsun hem de. Hadi çık ortaya
yorma bizi.
Sessizliği bölen iki el silah sesi. Sonra yine sessizlik.
-Nasıl? Özlemişsindir şimdi sen. Sıkalım mı bir kaç tane daha? Ne? Tamam tamam
söz bir kaç tane değil. Sadece bir tane. O da sana. Hadi çık ortaya.
Sessizliği bölen bir gözyaşı.
O gün o saniye o ormanda tek bir kişi bile konuşmuyordu. Tek bir kuş dahi
ötmüyor, tek bir yaprak bile kıpırdamıyordu. Evren durmuştu sanki. Tek bir
gözyaşı dışında. Necati Bey'in gözyaşı yanaklarından süzülüp Mysia'nın
kökleriyle buluştuğunda çıkan ses kulakları sağır edecek türdendi. Ama etmedi.
Çünkü dünyayı sağır eden gözyaşı yıllar önce yine bu topraklarda dökülmüştür.
Gözyaşı toprağa karıştı. Karıncalar tekrar koşuşturmaya başladılar. Ayaklarını
bastıkları yaş toprağın ne anlama geldiğini en iyi onlar bilirdi.
Necati Bey doğruldu. Gecenin karanlığını fırsat bilerek ormanın içinde yeniden
koşmaya başladı. Onlarca ağacı geçti, yüzlerce karıncayı ezdi. En sonunda
karşısına çıkan gölün başında bekledi. Gözlerini gökyüzüne dikti ve son
sözlerini söyledi; Sana tanrım, sana geliyorum. Yürüyerek ve de koşarak.
Ağlayarak ve de gülerek. Doğarak ve de ölerek. İsteyerek ve de istemeyerek.
Sana tanrım, yalnız sana. Kabul et beni sonra da af.
Necati Bey yüzme bilmez. Necati Bey su sevmez. Necati Bey bu alemde yalnız bir
kimsedir ve mazlumdur. Necati Bey o gece o göle atlarken bir saniye dahi
tereddüt etmemiştir.
------
Siren seslerinin uykusunu bölmesine alışmıştı artık. Mahalle eski sükunetinden
uzaklaşalı epey olmuştu. Öyle ki eskiler o güzel günlerden bahsederken sanki
asırlar öncesini anlatıyor gibilerdi. Necati Bey doğruldu. Saatine baktı ve
komodinin üzerindeki suyunu içmeye başladı. Doktorunun tavsiyelerinden biriydi
bu da. En kolay ve en zor olanı. Kendisini zorlayarak beş altı yudumda bitirdi
bardağını. Yataktan kalkıp banyoya gitti ve hazırlıklara başladı. Odaya geri
döndüğünde dün geceden hazırladığı takım elbisesini giydi, kravatını bağladı ve
aynanın karşısına geçti. Güne kendisine bakarak başlamayı ve günü yine
kendisine bakarak bitirmeyi severdi Necati Bey. Arkadaşları narsist diyorlardı
ona bu yüzden ama o katılmıyordu buna. 'İnsanın' diyordu 'kendisine bakacak
yüzü olmalı.Yalnızca güne başlarken yetmez, günü bitirirken de bakacak yüzü
olmalı ki onurlu bir insan olarak hissedebilsin kendini.' O bunları söyler
arkadaşları da 'sana emeklilik yaramadı Necati Bey' derlerdi.
Haklılardı da. Emekli oldu olalı Necati Bey kendisini iyi hissetmiyordu.
Geceleri uyuyamıyor, uyuduğunda da enteresan rüyalar görüyordu. Hatta kimi
zaman rüyalarla gerçeği karıştırıyor ve kendine zulmediyordu. Ama bugün her şey
değişecekti. Bugün Necati Bey'in geri kalan ömrünün ilk günüydü ve belki de
son. Bir gece önceden tuttuğu notlarına bir daha göz attı ve evden dışarı
çıktı. Necati Bey bugün alemin sırrını çözecekti fakat henüz bundan haberdar
değildi.
------
- Oyna be kardeşim sabaha kadar seni mi bekleyeceğiz burada!
- Patladın be patladın. Ne yani? İşin mi var? Erken bitirip memleketi mi
kurtaracaksın?
- Ulan memleketi kurtarmak kim biz kim! Deliyiz oğlum biz ne çabuk
unutuyorsunuz.
- Ulan deliliği kabul eden deli mi olur. Sizin gibi delirmeme az kaldı benim
de.
Kahkahalar.
- Ne yani bu şimdi kendini akıllı mı zannediyor? Vah zavallı.
- Akıllıyım tabii! Mektepliyim ben mektepli! Sizin gibi berduş değilim!
Kahkahalar.
- Oğlum mektepli söyle bakalım bize memlekette kaç tane deli vardır?
- Ne bileyim be! En az 4 tane olduğu kesin.
- Yanlış! Ne kadar aşık varsa o kadar da deli vardır!
- Öyle mi bay Shakespeare! Siz söyleyin bakalım o zaman memlekette kaç tane aşık
vardır?
- Tabii söyleyeyim. Bir tane!
- Bir mi? Kimmiş?
- Bak geliyor.
Necati Bey kıraathanenin kapısında herkesi başıyla selamladı. Paltosunu ve
şapkasını astıktan sonra bir çay ısmarladı ve her zamanki yerine oturarak
gazetesini okumaya başladı.
- Yahu Necati Bey, bu meczuba bir şey söyleyin de çabuk oynasın şu oyunu. Tüm
hevesimizi kaçırıyor.
Necati Bey kafasını gazeteden yavaşça kaldırdı ve sesin geldiği masaya baktı.
- Evladım Bahadır biraz çabuk oyna şu oyunu. Ama önce git de bir deste iskambil
kağıdı getir. Öyle kağıtsız oynanmaz o oyun.
Kahkahalar,kahkahalar ve de kahkahalar.
------
Saatlerdir yürüyorlardı ama yine de yorulmuş değillerdi. Sadece yorulmamakla da
kalmamış sanki yorulmak gibi bir his hiç icad olmamış gibi davranıyorlardı. Son
köşeyi de döndüklerinde yolun ikiye ayrıldığını gördüler. Şimdiye kadar hep bu
yoldan sağa dönmüşlerdi. Birbirlerine baktılar. Yine vaz mı geçeceklerdi yoksa
bu sefer korkularını yenip bu sokağa girecekler miydi? Sessizliği bozan Seher
Hanım oldu:
Sizinle uzun zamandır bu sokağa kadar yürürüz. Bir saniye dahi soluklanmadan,
kimi zaman tek bir kelime dahi etmeden yürür dururuz. Tam buraya geldiğimizde
de ya bildiğimiz yoldan gideriz ya da gururumuza yediremez gerisin geri evimize
döneriz. Bakın Necati Bey, sizi çok severim bilirsiniz, isteseniz canımı bile
veririm sizin için ama ben çok düşündüm dün gece. Ya bugün bu sokağa sapacağım
ya da burada kendimi vuracağım.
Durun yahu, dedi Necati Bey, amma yaptınız. Heyecan olsun diye söylemedim size
ama ben dün gece o bahsettiğim rüyayı yine gördüm.
Seher Hanım şaşırdı. Bir kaç saniye anlamsız anlamsız baktı Necati Bey'in
gözlerine.
Ne diyorsunuz siz Necati Bey,ne demek gördüm?
Gördüm tabii! Hem de Mysia'yı bulmak için sol sokağa sapmamız gerektiğini de
gördüm. Bakın çizdim tüm hatırladıklarımı.
Necati Bey bütün yol boyunca koltuk altında taşıdığı defterini yavaşça açtı ve
çizdiklerini Seher Hanım'a gösterdi.
Yani, dedi Seher Hanım alemin sırrı bu sokağın sonunda mıdır diyorsunuz?
Belki
de, dedi Necati Bey alemin sırrı henüz keşfedilmemiş sokaklarda, dokunulmamış
bedenlerde, söylenmemiş şarkılarda ve de okunmamış kitaplardadır. Belki de
hakikate onu yana yakıla ararken değil birdenbire hiç aklımızda değilken günün
en anlamsız vaktinde ulaşacağız.
Kim bilir dedi Seher Hanım belki de hiçbir zaman ulaşamayacağız. Fakat onu
ararken öleceğiz. Ve yıllar sonra arkamızdan 'onlar' diyecekler, 'bu alemin
sırrını çözmüş kimselerdi.' Çünkü yaşam bir arayıştır.
Seher Hanım'ın elini tuttu. İkisi de heyecandan nefes alamıyorlardı. Daha
önce hiç girmedikleri bu sokağa doğru yürümeye başladılar. Arkalarında
bıraktıkları her adım onlardan bir iz, evrene saldıkları her nefes onlardan bir
mesajdı. 'Elbet' diye düşündüler 'elbet bir gün izimiz sürülür, mesajımız
anlaşılır.'
-----
Yolun sonuna geldiklerinde Mysia'nın dallarından havalanan kuşları gördüler.
Yürüyüşleri hızlandı. Necati Bey sürekli etrafını gözetliyordu. Dün geceki
rüyanın etkisinden hala çıkabilmiş değildi. Mysia'nın altında durdular. Necati
Bey Seher Hanım'ı kendisine döndürdü. Yüz yüzelerdi şimdi. Tek bir ses dahi
çıkmıyordu evrenden. Tanrı dahi nefesini tutmuş olacakları bekliyordu.
Sessizliği bu kez Necati Bey bozdu:
Eski zamanların bir insanı ne demiş biliyor musunuz Seher Hanım?
Ne demiş?
'Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan bu kadar mesut
etmesi nasıl mümkün olabiliyor?'
- Hep böyle başkalarının cümleleriyle mi konuşursunuz?
Kendi söyleyecekleriniz yok mu?
- Bilmem vardır mutlaka. Fakat paylaşmaya değer görmüyorumdur.
- Olsun siz paylaşın. Belki dinlemeye değer görenler vardır.
Necati Bey gülümsedi. İşte dedi işte bu dünyada bir insan. Etten ve de kemikten
değil yalnızca ama kalpten.
- Ee Necati Bey! dedi Seher Hanım, çözdün işte alemin sırrını!
-Öyle mi? Nedir? dedi Necati Bey.
Yeryüzüne düşen ilk yağmur damlasının toprakla birleşmesi gibi birleşti
dudakları Mysia'nın altında ve ayrılmadı dakikalar boyunca. Necati Bey
kendisini hem bu kadar güçlü hem de bu kadar savunmasız hissetmemişti ömründe.
Üç ay sonra son nefesini verirken de hatırladığı tek şey bu andı. 'Alemin
sırrı' demişti son nefesinde, 'Seher'dedir.'
12.10.18
İZMİR
-Çık ortaya hadi. Çık da bitsin bu hikaye.
Sessizlik.
-Ölmen gerekiyor biliyorsun. Benden daha iyi biliyorsun hem de. Hadi çık ortaya yorma bizi.
Sessizliği bölen iki el silah sesi. Sonra yine sessizlik.
-Nasıl? Özlemişsindir şimdi sen. Sıkalım mı bir kaç tane daha? Ne? Tamam tamam söz bir kaç tane değil. Sadece bir tane. O da sana. Hadi çık ortaya.
Sessizliği bölen bir gözyaşı.
O gün o saniye o ormanda tek bir kişi bile konuşmuyordu. Tek bir kuş dahi ötmüyor, tek bir yaprak bile kıpırdamıyordu. Evren durmuştu sanki. Tek bir gözyaşı dışında. Necati Bey'in gözyaşı yanaklarından süzülüp Mysia'nın kökleriyle buluştuğunda çıkan ses kulakları sağır edecek türdendi. Ama etmedi. Çünkü dünyayı sağır eden gözyaşı yıllar önce yine bu topraklarda dökülmüştür.
Gözyaşı toprağa karıştı. Karıncalar tekrar koşuşturmaya başladılar. Ayaklarını bastıkları yaş toprağın ne anlama geldiğini en iyi onlar bilirdi.
Necati Bey doğruldu. Gecenin karanlığını fırsat bilerek ormanın içinde yeniden koşmaya başladı. Onlarca ağacı geçti, yüzlerce karıncayı ezdi. En sonunda karşısına çıkan gölün başında bekledi. Gözlerini gökyüzüne dikti ve son sözlerini söyledi; Sana tanrım, sana geliyorum. Yürüyerek ve de koşarak. Ağlayarak ve de gülerek. Doğarak ve de ölerek. İsteyerek ve de istemeyerek. Sana tanrım, yalnız sana. Kabul et beni sonra da af.
Necati Bey yüzme bilmez. Necati Bey su sevmez. Necati Bey bu alemde yalnız bir kimsedir ve mazlumdur. Necati Bey o gece o göle atlarken bir saniye dahi tereddüt etmemiştir.
------
Siren seslerinin uykusunu bölmesine alışmıştı artık. Mahalle eski sükunetinden uzaklaşalı epey olmuştu. Öyle ki eskiler o güzel günlerden bahsederken sanki asırlar öncesini anlatıyor gibilerdi. Necati Bey doğruldu. Saatine baktı ve komodinin üzerindeki suyunu içmeye başladı. Doktorunun tavsiyelerinden biriydi bu da. En kolay ve en zor olanı. Kendisini zorlayarak beş altı yudumda bitirdi bardağını. Yataktan kalkıp banyoya gitti ve hazırlıklara başladı. Odaya geri döndüğünde dün geceden hazırladığı takım elbisesini giydi, kravatını bağladı ve aynanın karşısına geçti. Güne kendisine bakarak başlamayı ve günü yine kendisine bakarak bitirmeyi severdi Necati Bey. Arkadaşları narsist diyorlardı ona bu yüzden ama o katılmıyordu buna. 'İnsanın' diyordu 'kendisine bakacak yüzü olmalı.Yalnızca güne başlarken yetmez, günü bitirirken de bakacak yüzü olmalı ki onurlu bir insan olarak hissedebilsin kendini.' O bunları söyler arkadaşları da 'sana emeklilik yaramadı Necati Bey' derlerdi.
Haklılardı da. Emekli oldu olalı Necati Bey kendisini iyi hissetmiyordu. Geceleri uyuyamıyor, uyuduğunda da enteresan rüyalar görüyordu. Hatta kimi zaman rüyalarla gerçeği karıştırıyor ve kendine zulmediyordu. Ama bugün her şey değişecekti. Bugün Necati Bey'in geri kalan ömrünün ilk günüydü ve belki de son. Bir gece önceden tuttuğu notlarına bir daha göz attı ve evden dışarı çıktı. Necati Bey bugün alemin sırrını çözecekti fakat henüz bundan haberdar değildi.
------
- Oyna be kardeşim sabaha kadar seni mi bekleyeceğiz burada!
- Patladın be patladın. Ne yani? İşin mi var? Erken bitirip memleketi mi kurtaracaksın?
- Ulan memleketi kurtarmak kim biz kim! Deliyiz oğlum biz ne çabuk unutuyorsunuz.
- Ulan deliliği kabul eden deli mi olur. Sizin gibi delirmeme az kaldı benim de.
Kahkahalar.
- Ne yani bu şimdi kendini akıllı mı zannediyor? Vah zavallı.
- Akıllıyım tabii! Mektepliyim ben mektepli! Sizin gibi berduş değilim!
Kahkahalar.
- Oğlum mektepli söyle bakalım bize memlekette kaç tane deli vardır?
- Ne bileyim be! En az 4 tane olduğu kesin.
- Yanlış! Ne kadar aşık varsa o kadar da deli vardır!
- Öyle mi bay Shakespeare! Siz söyleyin bakalım o zaman memlekette kaç tane aşık vardır?
- Tabii söyleyeyim. Bir tane!
- Bir mi? Kimmiş?
- Bak geliyor.
Necati Bey kıraathanenin kapısında herkesi başıyla selamladı. Paltosunu ve şapkasını astıktan sonra bir çay ısmarladı ve her zamanki yerine oturarak gazetesini okumaya başladı.
- Yahu Necati Bey, bu meczuba bir şey söyleyin de çabuk oynasın şu oyunu. Tüm hevesimizi kaçırıyor.
Necati Bey kafasını gazeteden yavaşça kaldırdı ve sesin geldiği masaya baktı.
- Evladım Bahadır biraz çabuk oyna şu oyunu. Ama önce git de bir deste iskambil kağıdı getir. Öyle kağıtsız oynanmaz o oyun.
Kahkahalar,kahkahalar ve de kahkahalar.
------
Saatlerdir yürüyorlardı ama yine de yorulmuş değillerdi. Sadece yorulmamakla da kalmamış sanki yorulmak gibi bir his hiç icad olmamış gibi davranıyorlardı. Son köşeyi de döndüklerinde yolun ikiye ayrıldığını gördüler. Şimdiye kadar hep bu yoldan sağa dönmüşlerdi. Birbirlerine baktılar. Yine vaz mı geçeceklerdi yoksa bu sefer korkularını yenip bu sokağa girecekler miydi? Sessizliği bozan Seher Hanım oldu:
Sizinle uzun zamandır bu sokağa kadar yürürüz. Bir saniye dahi soluklanmadan, kimi zaman tek bir kelime dahi etmeden yürür dururuz. Tam buraya geldiğimizde de ya bildiğimiz yoldan gideriz ya da gururumuza yediremez gerisin geri evimize döneriz. Bakın Necati Bey, sizi çok severim bilirsiniz, isteseniz canımı bile veririm sizin için ama ben çok düşündüm dün gece. Ya bugün bu sokağa sapacağım ya da burada kendimi vuracağım.
Durun yahu, dedi Necati Bey, amma yaptınız. Heyecan olsun diye söylemedim size ama ben dün gece o bahsettiğim rüyayı yine gördüm.
Seher Hanım şaşırdı. Bir kaç saniye anlamsız anlamsız baktı Necati Bey'in gözlerine.
Ne diyorsunuz siz Necati Bey,ne demek gördüm?
Gördüm tabii! Hem de Mysia'yı bulmak için sol sokağa sapmamız gerektiğini de gördüm. Bakın çizdim tüm hatırladıklarımı.
Necati Bey bütün yol boyunca koltuk altında taşıdığı defterini yavaşça açtı ve çizdiklerini Seher Hanım'a gösterdi.
Yani, dedi Seher Hanım alemin sırrı bu sokağın sonunda mıdır diyorsunuz?
Kim bilir dedi Seher Hanım belki de hiçbir zaman ulaşamayacağız. Fakat onu ararken öleceğiz. Ve yıllar sonra arkamızdan 'onlar' diyecekler, 'bu alemin sırrını çözmüş kimselerdi.' Çünkü yaşam bir arayıştır.
Seher Hanım'ın elini tuttu. İkisi de heyecandan nefes alamıyorlardı. Daha önce hiç girmedikleri bu sokağa doğru yürümeye başladılar. Arkalarında bıraktıkları her adım onlardan bir iz, evrene saldıkları her nefes onlardan bir mesajdı. 'Elbet' diye düşündüler 'elbet bir gün izimiz sürülür, mesajımız anlaşılır.'
-----
Yolun sonuna geldiklerinde Mysia'nın dallarından havalanan kuşları gördüler. Yürüyüşleri hızlandı. Necati Bey sürekli etrafını gözetliyordu. Dün geceki rüyanın etkisinden hala çıkabilmiş değildi. Mysia'nın altında durdular. Necati Bey Seher Hanım'ı kendisine döndürdü. Yüz yüzelerdi şimdi. Tek bir ses dahi çıkmıyordu evrenden. Tanrı dahi nefesini tutmuş olacakları bekliyordu. Sessizliği bu kez Necati Bey bozdu:
Eski zamanların bir insanı ne demiş biliyor musunuz Seher Hanım?
Ne demiş?
'Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün olabiliyor?'
- Bilmem vardır mutlaka. Fakat paylaşmaya değer görmüyorumdur.
- Olsun siz paylaşın. Belki dinlemeye değer görenler vardır.
Necati Bey gülümsedi. İşte dedi işte bu dünyada bir insan. Etten ve de kemikten değil yalnızca ama kalpten.
-Öyle mi? Nedir? dedi Necati Bey.
Yorumlar
Yorum Gönder